2010'ların taktik trendleri: Gegenpressing, half-space, regista, sahte dokuz…

Geçtiğimiz on yıla damgasını vuran sayısız futbolcu ve teknik adam yanında bir de onları ortaya çıkaran taktik trendler vardı.

Emre Özcan
Tardini
Published in
9 min readJan 15, 2020

--

Bu yazı Socrates Dergi’nin Aralık sayısında yayınlandı. Sayıya bu adresten ulaşabilirsiniz.

Futbolda taktiksel gelişim dairesel bir şekilde ilerler. On ya da yirmi yıllık paydalar halinde taktiksel dizilişler, mantaliteler, pozisyon ve roller sürekli değişir ama aynı yapılar biraz değişmiş bir şekilde 30–40 yıl içinde mutlaka bir kez daha önümüze gelir. 80’lerde moda olan üçlü savunmanın son dönemde tekrar trend olması, klasik 4–4–2’nin 60’lardan sonra yeniden ön plana çıkmaya başlaması gibi 2010’a hakim olan bazı taktiksel gelişmeler belki uzun süre geçerliliğini koruyacak, belki de bazıları ölecek ama mutlaka günün birinde mutasyona uğramış şekilde geri dönecekler. Son 10 yıla damgasını vuran taktik trendlerin bir kısmı mit haline geldi, bir kısmıysa olduğundan farklı algılandı. Ama tüm bunların ve daha birçok olgunun 2010’lar futbolunu şekillendiren şeylerin başında geldiklerini kabul etmemek için fazla nedenimiz yok gibi.

Topa sahip olma oyunu

1970’lerde Hollandalıların çıkardığı Total Futbol, spesifik yapısı ve tekrar edilemezliğiyle çok uzun vadeli olmadı. Fakat 80’lerin sonunda o oyunu Avrupa’ya uyarlayan Arrigo Sacchi’nin Milan’la yaptıklarını 90’lı yıllarda o öğretinin en büyük öğrencisi olan Johan Cruyff’un Barcelona’da takip etmesi işleri elbette değiştirecekti. Frank Rijkaard’ın Barcelona’da 2006’da temelini tekrar attığı oyunla 2009’da Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu bir kez daha kazanan Pep Guardiola, 2011’de futbol tarihinin en özel ve en dominant takımını çıkardı. Sonrasında bu akımı önce Almanya’ya taşıyan ve üç yıldır da Premier League’de aynı oyunu oynatmaya çalışan Katalan teknik adam bunda ziyadesiyle başarılı olduğu gibi gittiği ülkeleri ve dünyanın genelini de etkilemeyi başardı. Jonathan Wilson’un Socrates’in Temmuz sayısında belirttiği gibi, 2006 öncesi Premier League’de üç sezonluk dönemde takımlar topla oynama oranında %70’i sadece üç kez geçebilmişken bu sayı 2016/2017 sezonunda 36 olmuş durumda ve bu hız artarak devam ediyor. Takımlar toplu oyunu maksimize ettikçe rakipler de topu bırakarak oynama noktasında kendilerini geliştiriyorlar ve %25’lik bir performanstan harika derinde savunma örnekleri çıkabiliyor. Dolayısıyla Sacchi, Cruyff ve Pep Guardiola sayesinde sadece toplu oyun değil, bu oyuna karşı gösterilen reaksiyon da gelişiyor ve ortaya daha fazla bilinmeyenli bir denklem çıkıyor. Futbolun doğasında her zaman olduğu gibi.

Gegenpressing

Topa sahip olma oyununu oynayabilmek için önce o topu rakipten kazanmak zorundasınız ve bunu mümkün olduğu kadar çabuk yapmanız gerekir. Hatta ilk reaksiyonu topu kaybettiğiniz anda verip en kısa sürede o topu geri almak ana amaçlarınızdan biridir ve bunu yapmadan kaliteli bir topa sahip olma oyunu oynamak pek de mümkün değildir. İşte topu kaybeder kaybetmez o topu geri kazanmak için yapılan pres anlamına gelen gegenpressing’le alakalı sayısız mit ve ön yargı mevcut. Karşı pres ya da kontra pres anlamına gelen bu terim, Almanca olduğu ve sürekli Klopp’la ilişkilendirildiği için doğduğu yer de Almanya olarak değerlendiriliyor. Fakat Jürgen Klopp’tan önce Barcelona da mevcut hakim oyununu oynarken gegenpressing’i kullanmak zorundaydı. Aynı Sacchi, Cruyff ve Michels’in takımlarında olduğu gibi. Lakin terimin Almanlar tarafından ortaya atılması ve Klopp’un kendi futbol temelini anlatırken doğal bir şekilde atıfta bulunması düşünceleri de biraz değiştirdi. Topu kaybeder kaybetmez yapılan saldırı ve topu geri kazanma hamlesi olan karşı pres, Jürgen Klopp’un Dortmund’unda ya da Liverpool’unda önde yaptığı agresif üçüncü alan baskısını açıklamak için de ziyadesiyle yanlış bir şekilde kullanılır hale gelmiş durumda. Bu dezenformasyon yine de terimin hayatımıza soktukları yanında değersiz kalıyor. Zira oyunun her zaman odak noktası olan topu kazanmak için ortaya konan efor ve topsuz oyun da gegenpressing sayesinde artık insanlar için genel geçer bir futbol konusu olmuş durumda. Bu nedenle Jürgen Klopp’a ne kadar teşekkür edilse az. Dolayısıyla gegenpressing ve üçüncü bölge baskısının gelişimi sayesinde artık düşük profilli takımlar bile daha iyi savunma yapıp kazandıkları toplarla daha kaliteli pozisyonlar bulabiliyorlar.

Üçlü savunma

İlk olarak 1980’lerin ortasında ortaya çıkan ve üst üste iki dünya kupası kazandıktan sonra 90’ların ortasında yavaş yavaş sahneden çekilip 2000’lerde tamamen ölen üçlü savunma, son 10 yıla yeniden damgasını vurmaya başladı. Marcelo Bielsa ve Zdenek Zaman gibi yapıyı tamamen demode oldukları dönemde bile terketmeyen idealistlerin yanında özellikle 2000’li yılların ortalarından itibaren İtalyanlar üçlü savunmanın dönüşünde büyük rol oynuyorlar. Francesco Guidolin ve Walter Mazzarri gibi örneklerin sıcak tuttuğu yapı özellikle Antonio Conte’nin 2011’de Juventus’un başına gelmesiyle birlikte yeniden moda olmaya başladı. Conte’nin üst üste üç şampiyonluk sonrasında 2016 yılında Chelsea’nin başına geçmesi ve Premier League’de üçlü savunmayla elde ettiği tarihi şampiyonluk, ertesi sezon 8 takımın üçlü savunmayı ana plan olarak kullanmasına neden oldu. İlk olarak topu aldığı zaman genişleyen pas takımlarını sahanın eninde daha fazla adamla savunma ve bire bir eşleşme sağlama adına bir savunma aracı olarak kullanılan 3–5–2 ve türevleri zaman geçtikçe Antonio Conte’nin ve Julian Nagelsmann’ın takımlarında olduğu gibi hücum odaklı yapılar ortaya çıkarmak için de kullanılmaya başlandı. Hatta öyle ki Pep Guardiola dahi hem Barcelona’daki son sezonunda hem de Manchester City’de zaman zaman üçlü savunmadan destek aldı ve hakim pas oyununu bu yapıyla oynadı. İtalya Serie A’da bu sezon itibarıyla 8 takımın ana plan olarak kullandığı diziliş türevleri futboldaki geçerliliğini koruyor. Ön alan presinin artık tüm takımlar tarafından çok iyi bir şekilde kullanıldığı trend futbolda arkaya eklenen ekstra stoper o presi geçersiz kılmak için de sıklıkla tercih edilir hale gelmiş durumda.

Regista

Arrigo Sacchi’nin İtalyan futbol tarihine geçen baklava 4–4–2’si 80’li yıllardan beri ülke sınırları içinde takdir gören bir yapı. İçinde hem 10 numarayı (trequartista) hem de savunma önü oyuncusunu (regista) barındıran, birçok İtalyan elit teknik adamın Coverciano’dan mezun olurken üzerine tez yazdıkları bu yapı İtalya ve diğer ülkelerde geçerliliğini sürdürüyor. Savunma önünde oyun kuran, teknik ve pas kalitesi yüksek oyuncuları tanımlayan bu terim özellikle son 10 yılda çok daha büyük bir öneme sahip olmuş durumda. Zira 2000’li yıllarla birlikte moda olmaya başlayan 4–2–3–1’in 10 numaralarla birlikte ölmesi takımlar içinde bir boşluğu da beraberinde getirdi. Pas oyununun artık takımların üçüncü bölgesinden ziyade ikinci, hatta birinci bölgesinde odak oluşturması topu savunmadan daha iyi çıkaran bir oyuncunun varlığını da kaçınılmaz kıldı. Dolayısıyla artık oyun kurucular forvet arkasında değil de savunma önünde oynuyor. Baklava 4–4–2, 4–3–3, 3–5–2 gibi oyunun hakim yapılarında kendine yer bulan savunma önü oyuncusu elbette Andrea Pirlo’yla tekrar büyük bir moda haline geldi. Kariyerine 10 numara olarak başlayıp savunma önüne evrilen oyuncuyu takip eden Lucas Biglia, Jorginho, Marcelo Brozovic gibi isimler de benzer şekilde ön taraftan arkaya geçiş yaptılar ve o ligin önemli performansçıları haline geldiler. Ama oyunun gittiği yön artık regista’ların da belirli bir atletizme ve tempoya sahip olmasını şart koşuyor. Bu nedenle bu oyuncu uzun bir süre daha geçerliliğini koruyacak gibi görünse de rolden beklenenler trend futbolun evrimiyle birlikte ileride çeşitli farklılıklar gösterebilir.

Half-space

Henüz tam olarak Türkçeleşmemiş bu terim de özellikle son 10 yılda hayatımıza giren futbol olgularından biri. Özellikle sahanın taktisyenler tarafından parçalara bölünmesiyle ortaya çıkan yeni bölgeler ve terimler içinde half-space de kendisine hatrı sayılır bir yer bulmuş durumda. İlk olarak Louis Van Gaal’in sahayı enine altı, boyuna da üç parçaya ayırmasıyla ortaya çıkan yapı içerisinde tam da rakip ceza sahası önündeki 14. bölge (Zone 14) 90’lı yıllarda ve 2000’lerde korunması en önemli bölge olarak dikkat çekiyordu. Daha sonra başka teknik adamlar sahayı özellikle boylamasına beş parçaya bölmeye başladılar. 1. ve 5. bölgeler kanat, tam ortadaki 3. bölge merkez olarak değerlendirilirken tam da dörtlü savunmadaki rakip bek ve stoperler arasındaki boşluklara denk gelen 2. ve 4. bölgeler de half-space olarak adlandırıldı. Kenar ortalarının pas oyunundaki efektifliği olumsuz anlamda etkilediği oyunda kanatlardan yapılan ortalar yerini half-space’e yapılan paslara, oraya hücum eden merkez ve kenar oyuncularına bıraktı. Tamamen topa sahip olma oyununun yapı taşlarından biri olan half-space’i korumak için dörtlü savunma yerine takımlar artık beşli hatta altılı savunma yapmaya başladılar. Barcelona’nın 2011/2012 sezonunda attığı gollerin %88’i ya half-space’te başlamış ya da orada bitmiş goller. Dolayısıyla artık bu bölgeleri korumak kanatlardan ve 14. bölgeden çok daha önemli. Proaktif teknik adamlara reaksiyon vermeye çalışan teorisyenler de savunma planlarını yaparken bu bölgeleri temel almaya başlamış durumda.

Sahte 9

2000’li yıllarda ilk olarak Luciano Spalletti’nin 2006/2007 sezonunda Roma’da Francesco Totti’yle ortaya çıkardığı sahte dokuz o dönem henüz bu isimle anılmıyordu. Fakat sahada klasik bir santrfordan çok daha farklı davranan Totti’nin derine inerek hatlar arasında topla buluştuğu ve iki kenar oyuncusuna forvet özelliği kazandırdığı yapı o sezon Roma’ya büyük bir güç devşiriyordu. Sezonu 26 gol, 8 asistle tamamlayan Totti sadece takımına faydalı olmadı, Spalletti’yle birlikte yeni bir futbol rolünün de doğmasını sağladı. 2011’de Lionel Messi’yi sağ kenardan en uca çeken Pep Guardiola’nın ortaya sezonda 50 gol atan bir canavar çıkarması her şeyi değiştirdi ve yaptığı birçok şey gibi bu da zamanla kopyalanmaya başlandı. Toplu oyunda sahada bulunan hatları birbirine bağlamanın çeşitli yolları var. Bunu savunmada bir bekle, savunma önündeki bir registayla, oyun kurucu bir kenar oyuncusuyla yapabilirsiniz. Ama sahte dokuz bunun için muhtemelen biçilmiş kaftan. Orta saha ve hücum hattını birbirine bağlamak için en ideal yol olan bu futbol rolünün özellikle Roberto Firmino’yla Liverpool’da ortaya çıkardığı profil Lionel Messi’den sonraki en güzel örnek olarak dikkat çekiyor. Derine indiği anlarda rakip savunma hattından bir stoperi de kopararak beraberinde götüren sahte dokuz, orada oluşan boşluklara koşu atabilen kenar oyuncularıyla birlikte rakip yapılara tarifi zor zararlar verebiliyor. Çok spesifik bir oyuncu profili istediği için kullanım alanı belki hiçbir zaman çok genişlemeyecek fakat bundan muhtemelen 30 yıl sonra da oyunda bulunacağı kesin olan bu rol, hem kontra hem de topa sahip olma oyununa yatkınlığıyla nitelikli teknik adamların maharetlerini keskinleştirmeye devam edecek gibi görünüyor.

Pasör kaleciler ve stoperler

Ön alan baskısının ve tam saha presin artık sadece şampiyonluk adayları tarafından değil, düşük profilli takımlarca da ana plan olarak kullanılması geriden top çıkarmayı ve oyun kurmayı gün geçtikçe daha zor bir hale getirdi. Bunun için önce pas kalitesi yüksek stoperler bir gereklilik haline geldi, sonrasında da ekstra bir oyuncuya daha ihtiyaç duyulduğu için ayağı düzgün kaleciler önem arz etmeye başladı. Aslında pasör savunmacılar çok uzun zamandır futbolda mevcudiyetini koruyor. Fakat bundan 20 yıl önce sadece fark yaratan bu oyuncular artık bir gereklilik haline gelmiş durumda. Yoksa istediğiniz kadar kaliteye sahip olun, atlet bir rakipten göreceğiniz direnç o kalite farkını yansıtmanızı pek de mümkün kılmıyor. 1992’de değişen geri pas kuralıyla birlikte yavaş yavaş kalecilerin pas kalitesinin yüksekliği de bir gereklilik haline geldi. Pep Guardiola’nın Joe Hart’ı kaleden kesip Claudio Bravo’ya formayı vermesiyle taraftar nezdinde de ilk kez ciddi şekilde tartışılmaya başlanan bu durum aslında geçmişte Cruyff’un Zubizarreta’yı kesip Carlos Busquets’i kaleye yerleştirdiği 90’larda da gündeme gelmişti. Baskıyı aşmak için üçlü savunmalara kalecinin de eklendiği, hatta artık kalecilerin ceza sahası dışına çıkıp oyun kurulumuna da birinci dereceden etki ettiği yeni düzen futbolun son on yıldaki modalarından biri. Eğer topu tamamen reddeden bir takımsanız hala bu oyunculara ihtiyaç duymuyor olabilirsiniz ama spesifik savunma takımları dışında bu oyuncu tipleri artık oyunun olmazsa olmazları haline gelmiş durumda.

Gelişmiş bekler

Liverpool’da Andrew Robertson ve Trent Alexander-Arnold’un geçtiğimiz sezonu çift haneli asistlerle kapatması beş büyük lig tarihinde istatistiki anlamda bir ilkti. İki kenar savunucusunun bir takımın hücum setleri içinde bu kadar hayati role sahip olması da muhtemelen daha önce örneğini pek görmediğimiz bir futbol gelişmesi oldu. 2000’lerde Roberto Carlos’un gösterdiği hücum üretkenliğini 2010’larda Marcelo ve Philipp Lahm devam ettirmişti. Fakat Andy-Trent ikilisi gelişmiş beklerde bir sonraki safhayı gösteriyor olabilir. Artık set oyununda bir klasik halini almaya başlayan beşli hücum hattı içinde öndeki kenar oyuncularının içeri devrilerek santrforun yanında yer aldıkları düzen, rakip bekleri de içeride konumlanmaya itiyor ve bekler bu nedenle önlerinde büyük boşluklar buluyor. Gol sayısı artan ve forvetleşen kanat oyuncuları, çizgiye basan kenar oyuncularının da yavaş yavaş ölmesi anlamına geliyor. Artık çizgiye basan hücumcular bekler ve takımların ön hattındaki bu rol değişimleri hücum beklerini uzun bir süre daha oldukça aktif tutacak gibi görünüyor.

Detaycı/yeni nesil teknik adamlık

Arrigo Sacchi’nin modern oyunda birçok konuda olduğu gibi detaylara önem veren hoca profilinde de büyük katkısı var. Ayrıntılara dikkat eden teknik adam tabiri yakın tarihte muhtemelen ilk kez onun için kullanıldı. Başarılı teknik adamın futbol kariyerini anlatan “Calcio Totale” kitabının tanıtımında da Arrigo Sacchi için alan markajı, ofsayt taktiği, savunma presleriyle birlikte detaylara verilen önemdeki obsesifliğinden sıklıkla bahsedilir. Ne var ki onun döneminin üzerinden de çok geçti ve artık ayrıntılara gösterilen dikkat da oyundaki elzem konulardan biri haline geldi. Duran top setlerindeki çeşitliliğin artması, Jürgen Klopp’ın taç atışlarını kullanmak ve savunmak için bir koç tutması, Rafael Benitez’in Fernando Torres’le çalışmaya başladıktan sonra oyuncunun saha içinde durduğu yeri birkaç metre geriye çekerek İspanyol oyuncunun gol sayılarını tavan vurdurması gibi sayısız örnek üzerinden detaylar futbolda sonuçları belirleyen noktalar haline gelmiş durumda. Julian Nagelsmann’ın “Sahada kontrolünüz dışında gelişen çok şey var. Sonuçların genel planlarla alakalı olduğunu düşünmeyi bırakalı çok oldu. Kontrol dışı şeyler üzerinde hakimiyet kurmaya çalıştıkça skorları da lehimize daha çok çevirebiliriz” cümlesini kurmasına neden olan detaycı teknik adamlık, taktiksel mahareti de teknik adamlar dünyasında üst noktaya çıkaran konulardan biri olmuş durumda. 2010’lar sonu itibarıyla hem çok genç hem de çok kalifiye, sahada sürekli esneklik ve değişkenlik gösteren teknik adamlar birbirlerine üstünlük kurma mücadelesini izleyicilerin önüne getiriyor. Bu süreci takip etmenin başlı başına bir keyif olduğunu söylemeye ise muhtemelen pek gerek yok.

--

--