İnovatif olmayan yaşayamaz: Arsene Wenger

Bir dönemin devrimcisi olan Wenger son yıllarda eski moda kalma tehlikesiyle karşı karşıya.

Emre Özcan
Tardini
Published in
12 min readMar 15, 2018

--

Arrigo Sacchi’nin teknik direktörleri tasnif ederken kullandığı yöntem gerçekten ayırt edici ve hocaları değerlendirirken de oldukça elverişli bir sınıflandırma imkanını sunuyor. Bundan yaklaşık iki yıl önce Massimiliano Allegri’yi beğenmediğini belirtirken teknik adamları üçe ayırdığını söyleyen Sacchi, birinci sınıfa yaratıcı, öğretici ve oyunu geliştiren teknik adamları koyarken ikinci sınıfta günün trendlerini takip eden, kısmen kopyacı ve pragmatist hocaları değerlendirmiş, üçüncü sınıfta da yıllar önce geliştirdiği oyun mantalitesine sıkı sıkıya bağlı kalmış, gelenekçi ve biraz eski moda kalan teknik direktörleri söylemişti. Allegri’nin ikinci sınıfa ait olduğunu ve İtalyan futbolunun birinci sınıfta bulunan öğretmen teknik adamlara ihtiyacı olduğunu belirten büyük usta örnek olarak Antonio Conte ve Maurizio Sarri’nin isimlerini zikretmişti.

Sacchi’nin bir nevi kast sistemi olan bu piramitte sınıflararası geçiş yapmak imkansız değil. Aşağıdan yukarı çıkanlar muhtemelen dünya futbol tarihinde çok fazla değil fakat bir dönem yaptıkları inovasyonla ortalığı yakan teknik adamların zaman içinde önce kopyacı, sonra da gelenekçi ve döneme ayak uyduramayan bir yapıya dönüşlerini muhtemelen sürekli görüyoruz. Bunun son örneklerinden biri olarak Jose Mourinho ve onun futbolu erozyona uğrarken Arsenal’de İngiliz futbolunu değiştiren isimlerin başında gelen Arsene Wenger de üçüncü sınıfa düşmüş ya da oraya düşmek üzere olabilir.

I. İnovatif/Öğretmen

Fransız teknik adamın 1996 yılında geldiği Arsenal’de kısa süre içinde yaptıkları fazlasıyla anlatıldı ve artık klasik haline geldi. Resmen olmasa da aslında o yıl içinde takımdan ayrılan Bruce Rioch’un yerine düşünülen ilk isim olan Johan Cruyff, bir süre düşünüp teklifi reddettikten sonra David Dein yönünü Japonya’ya çevirip uzun zamandır takip ettiği Arsene Wenger’e yönelir ve Arsenal’in kaderi de muhtemelen o anda değişir.

Gelir gelmez değiştirilen antrenman sistemi, kulüp içi idare kısmı, oyunculara özel diyetler, ketçap ve alkolün her türlü öğünden yasaklanmasıyla birlikte yemek seanslarına dahil olan yüksek protein oranlı yemekler ve sebzeler Wenger’le birlikte saha dışında değişen şeylerin simgesi oldu fakat asıl başkalaşım saha içindeydi.

Yeniden dörtlü savunma

1986 ve 1990 Dünya Kupası’nı kazanan takımların üçlü savunma oynamış olması Avrupa’da futbolun yeni modasını tayin etmiş ve büyük ligler de yavaş yavaş bu furyaya kendisini kaptırmıştı. Bundan ilk etkilenen Almanya ve İtalya olurken 90'lı yıllarda dörtlü savunmanın beşiği İngiltere’de de üçlü savunma oldukça yaygınlaşmaya başlamıştı. Futbol tarihinde ‘catenaccio’ da dahil olmak üzere her yeni diziliş aslında proaktif amaçlarla yani hücumu ve oyunu dikte etmeyi düşünerek piyasaya sürülmesine rağmen yeni yapıların getirdiği üstünlüğe aynı yapıyı esneterek nötrlemeye çalışan pragmatistlerin cevapları ortaya farklı gerçeklerin çıkmasını sağladı. Üçlü savunma önce Michel Hidalgo, arkasından da asıl babası Carlos Bilardo tarafından icat edildiğinde asıl amaç arkadan bir oyuncuyu öne atarak orta sahada üstün gelmek ve forvet arkasında oynayan 10 numarayı orta sahadaki ekstra bir oyuncuyla özgür kılarak daha skorer yapılar ortaya çıkarmaktı. Ama önce Bilardo, sonra da Beckenbauer ve Piontek’in yaptıklarına cevap vermeye çalışan futbol çıkarcıları bu yapıya karşı aynı dizilişi çok daha defansif temelli kullanarak birebir eşleşmeler üzerinden rakiplerini yenmeye çalıştılar. Her zaman olduğu gibi zamanla başardılar da. Dolayısıyla yeni sistemlerin yaygınlaşması da genellikle ilk çıktığı amaçtan başkalaşan fikirlerle ve beraberinde ortaya çıkan eleştirilerle süregeldi. Yani her yeni yapı bir süre sonra nötrleyiciler tarafından tüketildi ve eleştiriler yeni yapıların gelme yolunu açtı. Bilardo’nun 3–5–2'sinde son derece hücumcu görünen wing-back’lerin zamanla birer bek haline gelmesi ve ortaya beşli savunmaların çıkması bu sürecin sonucuydu. 90'lı yıllarda İngiltere futbolu ve hemen sonrasında Premier League de bundan nasibini almıştı. Ligde üçlü savunma oynayan çok fazla takım vardı. Üçlünün öncesinde 70'li ve 80'li yıllara damgasını vuran 4–4–2 de günün getirdikleri içinde etkisini kaybetmiş, özellikle 4–2–4'ün estirdiği rüzgarda belirleyici olan hücumcu bekler yerini stopervari kenar savunucularına bırakmış ve bu yapı da özelliksiz görünmeye başlamıştı.

Böyle bir ortamda isimsiz bir teknik adam olarak Arsenal’in başına geçen Wenger’in etkisini göstermesi uzun sürmedi. İkinci sezonda gelen şampiyonluk direkt ve hücum futbolundan izler sunuyordu ama kafasındaki 4–4–2'nin netleşmesi için yaklaşık beş sezona ihtiyacı vardı. 97/98'de gelen şampiyonluğun arkasından 98/99'da son iki haftada kaybedilen diğeri moralleri bozsa da milenyumla birlikte ortaya çok farklı şeyler çıktı.

2003/2004 Invincibles

2004'te efsane haline gelen ve bu özelliğini koruyan kadro aslında 2000 yılıyla birlikte hemen hemen oluşmuştu. Ön alan, orta saha ve bekler 2000/2001 sezonuna girerken tamamlanmıştı ama stoper hattının da değişmesi gerekiyordu. Yaşları 35 olan Tony Adams-Martin Keown tandeminin vadesi dolmuştu ve 2001 yazında bonservissiz kadroya katılan Sol Campbell’la birlikte değişim Arsene Wenger tarafından imzalandı. O sezonun Ocak ayı transfer döneminde kadroya piyangodan çıkarak katılan Kolo Toure’yle birlikte işlem tamamlandı.

Bekler yeniden hücuma

Arsene Wenger 3–5–2'ye ve dönemin savunmacı 4–4–2'sine karşı cevabı bekleri tekrar hücumcu bir kimliğe kavuşturarak verdi. Sistemini ve yapısını diğerlerinden farklılaştıran çok şey vardı ama İngiltere futbolunda asıl devrimi muhtemelen bekler üzerinden yaptı. Dönemin en heyecan verici beki olan genç Ashley Cole ve kenar oyuncusundan bozma Lauren’le birlikte üçlü savunmanın 4–4–2'ye üstün gelen tarafına cevabı benzer yoldan veren Wenger, iki kenar savunucusunu da oyuna sürerek 3–5–2'yi mağlup etmenin yolunu gösteren isim oldu.

2001/2002'de elde edilen şampiyonluk da aslında Invincibles’tan aşağı kalır gibi değildi. Ama iki sezon sonraki başarı tarihe geçti ve Arsenal ölümsüz bir hale geldi. Thierry Henry’nin kendisinden birkaç yıl sonra çıkarılacak olan “sahte 9” rolüne aşağı değil kenara kaymalı nev-i şahsına münhasır pozisyonuyla önderlik ettiği takım, Bergkamp’ın derine inerek Gilberto ve Vieira ikilisine topsuz koşu imkanı verdiği özel bir yapı ortaya çıkardı. Thierry Henry’nin kendisini hem topsuz, hem de toplu oyunda sol kenara attığı düzen, Pires’in sol kanattan içeri yaptığı toplu koşulara da imkan bırakırken aynı rolü Freddie Ljungberg topsuz bir şekilde Henry’yle Bergkamp’ın boşalttığı alanlara yaparak hızlandırıyordu. Ashley Cole’un da katılımıyla Cole-Pires-Henry’nin içinde bulunduğu sol kanat üçgenleri de hücumcu bek rolüyle birlikte dönemin futbolu içinde pek de görülmeyen bir işbirliğini gösterirken ortaya modern dönemin ilk ‘uzay futbolu’ çıkıyordu.

Fizikli merkezin getirdikleri

Henry’nin müthiş bir bitirici olmasının yanında aynı zamanda hazırlayıcı da olabilmesi yapıyı zirveye çıkaran en büyük etken gibiydi. Merkez orta saha ikilisinin oyuna yaratıcılıktan ziyade fizik güç koymasının getirdiği gereklilik ön alandaki dörtlüden alınması gereken belirgin bir üretimdi ve Henry’nin komple özelliğinin yanında Bergkamp’ın ikinci forvetten getirdiği yaratıcılıkla iki kenarın golcü yapıları özel bir üretkenliği ortaya çıkarıyordu. 2004 Arsenal muhtemelen bir topa sahip olma takımı değildi. O dönem çok net bir şekilde tutulmayan pas sayıları ve topa sahip olma yüzdeleri de bu konuda konuşmayı zorlaştırıyor. Ortada ışık hızında paslaşarak çok çabuk bir şekilde kaleye inen bir takım vardı ama bugünün 700–800 isabetli pas sayılarını muhtemelen 2000'li yılların hiçbir Arsenal maçında görmedik. Oyunu çok direkt oynayan bir takımdı ve çok çabuk sonlanan çok sayıda hücum kendisini bir sonrakine bırakıyordu.

Bunu yaparken bu takımdan birkaç yıl sonra yavaş yavaş moda olmaya başlayacak olan geriden oyun kurma konusunda da mahir olan savunma hattı Arsene Wenger’e o dönem için çok büyük bir avantaj getiriyordu. Fransız teknik adam bu savunma dörtlüsünü kurarken bunu göz önünde tutmuş muydu emin olmak kolay değil fakat Cole-Campbell-Toure-Lauren dörtlüsünden üçü önden bozma oyunculardı ve teknik kapasiteleri oldukça yüksekti. Kolo Toure altyapı eğitimini orta saha oyuncusu olarak almış bir oyuncuydu topu oyuna iyi sokan stoper türünün ilk başarılı örneklerinden biriydi. Lauren ise sağ açıktan devşirme bir sağ bekti. Ashley Cole da yine altyapılarda üstün tekniğiyle sol önde birçok maça çıkmıştı. Vasatın altında tekniğe sahip olan tek oyuncu Sol Campbell’dı ve onun da birebir savunmadaki uzmanlığı o konudaki eksiğini pek de hissettirmiyordu. Ashley Cole ise sol beke yerleştikçe daha iyi bir savunmacı ve daha kötü bir hücumcu haline geldi. Hızlı bir şekilde erozyona uğrayan hücum oyunu kariyerinin sonlarına doğru ortaya gerçek bir “full back” çıkardı ama 2000'li yılların başında Arsene Wenger’in elinde çok özel bir rol oyuncusuydu.

Arsenal’in 2004'te kazandığı namağlup şampiyonluk hala tam olarak kavranması mümkün olmayan bir başarı. Bunu bir savunma takımı olarak değil de çıldırtıcı bir hücum takımı olarak yapmış olmaları ortaya konan başarının kuvvetini birkaç katına çıkarıyor. Hücum oynayarak maçlar ya da şampiyonluklar kazanabilirsiniz ama 38 maçlık yenilmezlik için çok iyi savunma takımı olmak gerekir. Çok üst düzey bir atak oyunuyla bu başarıya imza atmak imkansıza yakın bir şey gibi görünüyor ve Pep Guardiola’nın Barcelona’sı ve City’si bu konudaki ayırt ediciliği daha net bir şekilde ortaya koyuyor gibi.

Juventus’ta sağ kanatta çürümeye bırakılan Thierry Henry’den tarihin en iyi santrforlarından birini yaratan, aynı işi sonrasında Robin Van Persie’yle tekrarlayan Fransız, Lauren’den sağ bek ve Kolo Toure’den de modern dönem savunmacısı yaratarak yeni roller inşa edebildiğini ve oyuncuları dönüştürebildiğini de gösteriyordu.

Arsene Wenger’in ilk 8 senesinde elde ettiği üç şampiyonluk, son haftalarda kaçan şampiyonluklar ve ortaya konan mükemmel futbol 10 sene içinde Premier League’i tekrar dörtlü savunmalar ligine çevirdi. 2004'te gelen son lig şampiyonluğundan iki yıl sonra oynanan Şampiyonlar Ligi finali de elde edilen başarıların zirvesi olabilirdi. O dönemin açık ara en iyi santrforu gibi oynayan Henry’nin finalde Barcelona’ya karşı kaçırdığı goller olmasa bir devrin kapanışı muhtemelen çok şaşalı olacak ve bir sonraki devir biraz daha geç açılacaktı. Ama Henry’nin saç baş yoldurduğu o maç bir devir teslim merasimi gibiydi. Kaldı ki Fransız forvet de bir yıl sonra değiştirdiği takımla birlikte İngiltere’de kapanan devri hızlandıran unsur olacaktı.

II. Kopyacı/Pragmatist

2006'da gelen Şampiyonlar Ligi finalinde de formül aynıydı. Takımın ana parçaları hala yerli yerindeydi ama bazı oyuncuların kullanım tarihi geçmeye başlamıştı. Dennis Bergkamp’ın oynadığı maç sayısı ve aldığı süreler azalmış, Jose Antonio Reyes onun yerine Henry’nin partneri olarak daha fazla forvet pozisyonunda yer almaya başlamıştı. Henry’yle beraber değişimin belirleyicisi olan ikinci oyuncu Cesc Fabregas da takıma katıldıktan iki yıl sonra ilk 11'in değişmez ismi olmuş ve önce Gilberto Silva’nın yerine (2004/2005), CL finali sezonunda da o yaz takımdan ayrılan Patrick Vieira’nın yerine Gilberto Silva’yla yan yana oynamıştı. Thierry Henry, Dennis Bergkamp, Robert Pires ve Freddie Ljungberg gibi oyuncular Arsenal’i CL’de finale giden yolda son güçleriyle taşımışlardı ama o final ligde gelen dördüncülüğe mal olmuş ve Barcelona’ya kaybedilen maçla birlikte takım da dağılmaya başlamıştı. Keza o dördüncülük Arsene Wenger’in ilk sezonundan sonra (96/97) Arsenal’in ligde ilk iki dışında kaldığı ilk sezondu ve sonrakileri de müjdeliyor gibiydi.

Birer birer gittiler

2005'te takımdan ayrılan Patrick Vieira’yı önce Barcelona finalinden sonra futbolu bırakan Dennis Bergkamp takip etti. 2007 yazında da Thierry Henry, Barcelona’nın yolunu tutarken Robert Pires de Villarreal’e transfer oldu. Aynı yaz Freddie Ljungberg’in de West Ham’e geçişiyle birlikte ön alandaki altılının beşi takımdan ayrılmıştı ve geride kalan Gilberto Silva da önemsiz bir oyuncu haline gelmişti. Thierry Henry’nin zirve santrfor olarak yokluğunu tolere etmek zaten pek kolay değildi ama Invincibles’ın tüm hücum parçalarını kaybetmek Arsene Wenger’in kontrol edemediği süreci hızlandırdı ve birkaç yıl sonra kopyacı Wenger ilk kez su yüzüne çıktı.

Burada ön plana çıkan oyuncu muhtemelen Cesc Fabregas’dı. Yeni dönemin miladı onun omuzlarında yükseltilmeye çalışılan takım oldu. Fakat Fabregas’ın oyuna koyamadığı sertlik, sistemi hala 4–4–2 olan Arsenal’de göbeği fazlasıyla zayıflatıyordu. 2005/2006'da ilk onbirin değişmez ismi olan ve 18 yaşına rağmen ortaya koyduğu yaratıcılıkla birlikte herkesin gözünü parlatan İspanyol, Wenger’i zedeleyen isimlerin başında gelen oyuncu olabilir.

Jose Mourinho ve 4–3–3'ü

2004'te Premier League’e gelen Jose Mourinho birçok fikri de beraberinde getirmişti. Bir önceki sezon Claudio Ranieri’nin oynattığı üçlü savunma pek parlak sonuçlar alamamıştı ama İtalyan teknik adam Abramovich’in akıttığı paralarla oluşan iyi kadroya bir savunma mantalitesi yerleştirmeyi başarmıştı. Bu anlamda Mourinho’nun işini kolaylaştıran Ranieri’nin üzerine Portekizli teknik adamın 4–3–3 sistemini yürürlüğe koyması Chelsea’ye birden fazla artı getirdi. Dönemin iki pivotlu orta saha yapısına karşı üç merkez orta saha çıkaran ve bu bölgede Lampard, Makelele, Essien, Geremi, Lassana Diarra gibi çok kuvvetli atletlere forma veren Jose Mourinho da Premier League’in futbol düzenini değiştirmeye başlayacaktı. Bu kuvvetli yapılara karşı Cesc’in orta ikilide yer aldığı 4–4–2'yle karşı koymak pek mümkün değildi. 2006'da gelen dördüncülük ve sonrasındaki düşüşün de merkezinde muhtemelen Fabregas yatıyordu.

Yeni stadın yapım süreci de Arsene Wenger’e pek yardımcı olmadı. Kaybedilen kalitenin yerine yenisini koymak eldeki imkanlar gereği pek mümkün değildi ve zamanla liderliğini Cesc Fabregas’ın yaptığı Alex Song, Denilson, Hleb, Rosicky, Flamini ve Lassana Diarra gibi oyuncuların çekirdeği oluşturduğu bir kadro ortaya çıktı. Hem Chelsea, hem de Manchester United’da ortaya çıkan çok kuvvetli ve fizikli oyunculara karşı Arsene Wenger’in elinde birbirinden kısa fakat bunun yanında teknik ve pas kalitesi yüksek oyuncular bulunuyordu. 2006'da Barcelona’nın Rijkaard’la elde ettiği CL şampiyonluğunu takiben 2008'de takımın başına gelen Pep Guardiola’nın da çok kısa süre içinde Avrupa’nın hakimiyetini eline geçirmesi de Arsene Wenger’in aklını çelen faktörlerden biri oldu. Yeni hüküm sürmeye başlayan pas oyunu tutmuştu, eldeki oyuncularla bunu oynamaktan başka çare de yok gibiydi. Artık elde Sol Campbell, Vieira, Gilberto, Henry, Ljungberg, Cole gibi atletler yoktu ve Arsenal sahada sürekli ezilen taraf oluyordu. Fizik olarak rakiplerine karşılık veremeyen Arsene Wenger, Barcelona’daki Pep Guardiola’dan Hollanda futbolu mantalitesini ve 4–3–3'ünü kopyaladı ve 2009 yazıyla birlikte Arsenal’de yeni bir dönem başladı.

Wenger’in bu sistemin zaman zaman hakkını verdiğini söylemek mümkün. 2004'teki direkt ve öldürücü hızdaki hücum futbolu yerini çok daha fazla sayıda ama eskisine göre daha düşük tempoda pas yapan atak futboluna bıraktı. Yenilmezlerin dar 4–4–2'sine karşı 4–3–3 oyunu çok daha geniş oynamaya çalışıyordu. Ortaya iyi performanslar çıkardılar ama ligdeki üçüncülük ve dördüncülükler yerini şampiyonluklara bırakmadı. Arsene Wenger ise Barcelona’ya karşı Şampiyonlar Ligi eşleşmelerinde önemli meydan okumalar yaptı. Fakat aynı futbolu çok daha büyük kaliteyle oynayan rakibine karşı hiçbir zaman başarılı olamadı. Yine de özellikle zaman zaman önde baskıyla Barcelona’yı bozduğu maçlar çıkarmayı başardılar ve Guardiola’nın nasıl yenilebileceğine dair ilk kanıtları da futbol dünyasına bırakan takım oldular. Özellikle tarihin en iyi takımı olarak değerlendirilen 2011 Barcelona’yı ikinci turun ilk ayağında 2–1 geçtikleri maç hem rakiplerine elenme korkusunu yaşattı, hem de Barcelona’nın o sezon Şampiyonlar Ligi’nde aldığı tek yenilgi oldu. Arsene Wenger pragmatist davranırken de inovatif olabildiğini düşük profilli takımla çıktığı oyun olgunluğuyla gösteriyor ama fizik gücün yetersizliği ve nihai kalite yoksunluğu yine de daha fazlasına izin vermiyordu.

Mesut Özil’in 2013'te transferi sonrasında dünya futbolunun o anki genel geçer yapısı 4–2–3–1'e dönmekte de pek tereddüt etmeyen Arsene Wenger’in geçtiğimiz sezonun son 8 haftasında ortaya çıkardığı şeyse kopyacılık ve trend izleyicilikte zirvesi oldu. 20 yıllık Arsenal kariyerinde ilk kez üçlü savunmayı Antonio Conte’nin 3–4–3'le şampiyonluğa gittiği sezonun sonunda işleri düzeltmek için kullanan ve bunu Chelsea’nin dizilişini birebir kopyalayarak yapan Arsene Wenger yenilgisiz bir süreçle sezonu bitirdi ve bu sezona da 3–4–3'le başladı. Ama bunun da pek uzun ömürlü olmadığı şu an devam etmeye çalıştığı 4–2–3–1/4–3–3 dönüşleriyle ortaya çıkmış durumda.

III. Gelenekçi/Eski Moda?

Yenilikçi teknik adamların yaptıklarını takip ederek başarılar kazanabilir, şampiyonluklara koşabilirsiniz. Carlo Ancelotti kendisine kopyacılığın üzerine inşa ettiği bireysel yönetim kabiliyeti ve politika gücüyle muazzam bir kariyer oluşturdu ve Şampiyonlar Ligi’nin en başarılı hocası haline geldi. Arsene Wenger’in de pas futbolu, 4–3–3, 4–2–3–1 ve 3–4–3'le başarılı periyotlar yaşadığı muhakkak ama 2004'ten sonraya ortaya domestik ve uluslararası büyük bir başarı çıkaramadı.

Fakat Fransız hocanın özellikle son 3–4 yıl içinde yaşadıkları ve ortaya çıkardığı yeni inatlar pragmatizm döneminin de geçmeye başladığını gösteriyor olabilir. Örneğin bu sezon başında 3–4–3'ü dizerken savunmanın ortasına orijini bek olan Nacho Monreal’i koyan Wenger, oyuncunun başarısızlığını fark etmek için üç maça ihtiyaç duyacaktı. Üçlü savunmanın bir kenarında bek oynatma yeniliğini futbol dünyasına sunan Antonio Conte’den iki sezon önce üçlü savunmanın göbeğine defansif orta saha yerleştirme yeniliğine de Julian Nagelsmann (Kevin Vogt) ve Niko Kovac (Makoto Hasebe) imza atmıştı. Fakat bir bekin savunmanın ortasına yerleştirilmesini ilk defa Wenger’le gördük. Bunun başarılı bir yenilik olarak yaygınlaşmasını da isterdik fakat fiziksel anlamda pek de mümkün görünmeyen bu hamle yerini üçlüde sol stoper Monreal’e bıraktı ve ilk üç maçta paspas olarak her golde hata yapan İspanyol oyuncu Azpilicueta’dan kopya rolüyle birden formunun zirvesine çıktı.

Keza sezonun devamında 3–4–3'ün de işlememeye başlamasıyla dönülen 4–3–3'te Mesut Özil’i sol iç olarak kullanan Arsene Wenger yürümesi pek mümkün olmayan denemelerine inatla devam ediyor. Yaklaşık 5 yıl önce yardımcısı Steve Bould’un ısrarla takımın savunma yapısını güçlendirme önerisine karşı duran ve antrenman programlarını baştan düzenleme isteğini de reddederek kulübede gerilimi artıran Fransız teknik adam artık zihinsel anlamda tükenme noktasına ulaşmış gibi görünüyor.

Sonuç

Birkaç ay önce Pep Guardiola’nın City’sini anlatırken “Bizde fikir var, petrol yok. Onlarda hem fikir, hem de petrol var” cümlesini kullanan Arsene Wenger, son yıllarda pek fikri varmış gibi görünmüyor. 20 yıl önce 4–4–2'nin yapısını değiştirerek İngiliz futbolunu ve Premier League’i değiştiren hoca, sadece bir sezonluk bir Chelsea başarısı sonrasında kariyerinde ilk kez üçlü savunmaya dönerek zaten bazı şeyleri tükettiğini de galiba göstermişti. Artık fikri olmadığı gibi hala parası da yok ve hem fikir, hem de para yönünden maksimize olan rakiplerine karşı Arsenal’in işi artık biraz daha zor. Arsene Wenger yaptıkları ve başardıklarıyla Arsenal’in efsanesi ve kendisi bırakmadığı müddetçe ona çıkıp birinin gidiyorsun demesi kolay görünmüyor. Eskinin büyük hocasının bunu hak etmediği de ortada. Fakat başarılı teknik adamlık vadesi ne yazık ki dolmuş durumda ve şu ana kadar hiç denemediği milli takım teknik direktörlüğü kariyerinin kalan bölümünde onun için daha doğru tercih olabilir. Eğer Arsenal’de birkaç yıl daha devam etmeye karar verirse ve başarabilirse de kendi özgün fikirlerine daha bağlı, dışarıdan daha az etkilenen bir hocalık son yılları için daha hayırlı olabilir. Arsene Wenger, İngiliz futbolunu değiştirdi ama bir kısım teknik adamda olduğu gibi yeniliğin karşısında duramadı. Yeni yapıların, yeni düşüncelerin, yeni rollerin artık yıllar değil, aylık periyotlar içinde ortaya çıktığı futbol düzeninde teknik adamların işi çok daha zor. İnovatif olmayan artık yaşayamıyor ve Arsene Wenger, bugünün kulübe yıldızları için çok iyi bir örnek olabilir.

--

--