Yeni moda: 3–4–3

Avrupa futbolunda giderek artan üçlü defans örnekleri içinde farklı bir formasyon gücünü hissettirmeye başladı.

Emre Özcan
Tardini
Published in
14 min readAug 10, 2017

--

Bundan tam bir sene önce yayınlanan şu yazıda 3–5–2'nin geri dönüşüyle ilgili bir şeyler karalamış ve yeniden dirilmeye başlayan bu yapının günün futboluna getirdiği avantajlardan bahsetmiştim. Yazı aslında bir üçlü savunma yazısıydı ve spesifik bir yapıyı kastetmiyordu. Fakat bu dizilişin atasının 3–5–2 olması başlığı ve içeriği buna götürmüş, 3–5–2 oynayan takımlar üzerinden örnekler ve çift forvet oynamanın avantajlarıyla birlikte yazı da içindeki çeşitli 3–4–3 örneklerine rağmen biraz gerçek 3–5–2'ye odaklanmıştı.

Fakat bir sene içinde ortaya çıkan yeni örnekler üçlü savunma içinde farklı bir yapının ciddi anlamda öne çıktığını ve diğerlerine göre bariz bir fark yarattığını gösteriyor. Üçlünün geri dönüşünün kesinleşmesi için o yazının son bölümünde belirttiğim gibi büyük bir başarıya ihtiyaç vardı ve Antonio Conte’nin Chelsea’yle yaptıkları bu anlamda net bir örnek olarak sahneye çıktı. Bu yapının avantajlarını fark eden teknik adamların sayısındaki artış da 2016/2017'yle birlikte futbola damgasını hafiften vurmaya başladı ama bu şekilde büyük başarılar kazanılabileceğinin de Premier League’in son sezonuyla birlikte kanıtlanması terazinin üçlü savunma kefesinin ağırlığını önümüzdeki sezonlarda biraz daha artıracaktır. Fakat oradaki ağırlığın tek nedeninin Chelsea olduğunu zannediyorsanız yanılıyor olabilirsiniz. Zira geçtiğimiz sezon ortaya çıkan bazı örnekler 3–5–2'yi gölgede bırakıp başka bir yapıyı fazlasıyla öne çıkarıyor. 2000'lerin başıyla birlikte dünya futbolunda hüküm sürmeye başlayan 4–3–3'ün tek bir pozisyonunun yer değiştirmesiyle ortaya çıkan 3–4–3, 2016/2017'ye net bir şekilde damgasını vurmuş durumda.

Neden 3–4–3?

Peki geçtiğimiz sezon ne oldu da 3–4–3 bu kadar öne çıktı? Bunun net cevabını tek bir cümlede vermek kolay değil. Fakat önümüzde duran somut örnekler bir şeye işaret ediyor ki günün futbolunun içinde bu yapı şu an için gerçek bir “bug” işlevi görüyor ve henüz kendisine net bir yanıt bulunabilmiş değil. 2014 Dünya Kupası’nda üçlü savunma dörtlü savunmayla karşılaştığı hiçbir maçı kaybetmemiş ve çift haneli sayıda maç kazanarak aslında bu anlamda bir şeyleri işaret etmişti. 3 yıl öncesinden dersleri iyi çıkaranlar kendilerine avantajı yarattılar ve sezonu iyi bitirdiler. Devamının gelmesi için yapının gelişmesi ve antitezini çıkaran inovatif teknik adamlara karşı yine yaratıcı hocalarla cevabının verilmesi gerekiyor.

Savunmada ve hücumda 3–4–3

Geçtiğimiz sezonun Premier League şampiyonu Chelsea’nin hikayesi ortada. 4–3–3'le başlayan ve 6. hafta sonunda Arsenal’e karşı alınan mağlubiyetle görülen erken dip, beraberinde 3–4–3'ü getirmiş ve sonrasında üst üste 13 maç kazanıp şov yapan ve tüm üstünlüğünü ülkeye hissettiren bir süper güç ortaya çıkarmıştı. Chelsea bu yapının üstünlüğüne dair çok sayıda örnekten sadece biriydi ama en büyüğüydü. Diğerleri için biraz İngiltere dışına çıkmak gerekiyor.

Sezona damgasını vuranlardan genç Julian Nagelsmann’ın Hoffenheim’da yaşadıkları da bunu destekliyor. Sezona 4–3–3'le girip ilk 4 maçtan 4 beraberlik alan Hoffenheim’da Nagelsmann sistemi 3–5–2'ye çevirdikten sonra ortaya üst üste 5 maç kazanan ve Bundesliga’nın en sürpriz-güçlü takımlarından biri çıkmıştı. Fakat hücum hattındaki Kramaric’in varlığı, gezgin ve sürekli kenarlara açılan yapısıyla Hoffenheim’ı da zaman zaman sahada çok net bir 3–4–3 takımı gibi gösterdi. Merkez orta sahada yer alan Kerem Demirbay, Lukas Rupp ve Nadiem Amiri gibi oyuncuların sürekli kenara deplase olan rolleri de ortaya bu görünümün çıkmasında fazlasıyla etkendi. Hoffenheim üçlü savunmayla tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi bileti aldı ve en iyi Bundesliga sezonunu geçirmiş oldu.

Keza aynı ligden Schalke’nin yaşadıkları da benzer bir ayrımı daha derin bir şekilde gösteriyordu. Yetenekli Markus Weinzierl’i başa getiren Schalke dörtlü savunmayla lige başlamış ve ilk 5 haftada 0 çekip puan alamadıktan sonra Weinzierl’in kafasının atmasıyla ortaya üçlü savunma çıkmıştı. Schalke’nin oynadığı form da sahada daha çok 3–5–2 gibi görünüyordu ama özellikle ileri uçta yaşadıkları sakatlıklar ve orta sahada Bentaleb’in varlığıyla birlikte Schalke de saha içinde zaman zaman kenarlara açılan ikinci forvetler ve merkez orta sahalarla birlikte 3–4–3 gibi görünüyordu. Beşte sıfırdan sonra üçlü savunmanın gelişiyle birlikte ortaya çıkan sonuçsa 7 maçlık bir yenilmeme serisi ve bu süreçte toplanan 17 puandı.

Ve tabii ki Gian Piero Gasperini’nin Atalanta’sı da bu konunun en büyük örneklerinden biriydi. Gasperini deyince zaten akla gelen tek şey olan 3–4–3, yeni takımı Atalanta’da da ortaya çıktı. Çok düşük profilli ve ağırlıkla genç oyuncuların yer aldığı Atalanta, Serie A’da geçtiğimiz sezonun en flaş takımı olarak Milano ekiplerini ve Lazio’yu arkasında bırakarak direkt bir şekilde Europa League bileti aldı. 3–4–3'ün varlığıyla ortada çok iyi savunma yapan ve kazanılan toplarla kanatlar üzerinden çok iyi hücum eden bir takım vardı. Sonuç olarak sezon boyunca bu takıma çare bulunamadı.

Arsene Wenger’in sürprizi

Aslında İngiltere içinde tek örnek de Chelsea değildi. Sezon sonunda gerçekleşen başka bir olay da 3–4–3'ün mucizevi iyileştiriciliğine dair müthiş bir örnekti. Crystal Palace’a 3–0 kaybettikten sonra Arsene Wenger önderliğinde bir kez daha dibi gören Arsenal’de büyük eleştiriler Fransız hocanın da bir değişiklik yapma zorunluluğunu beraberinde getirmişti. Ama bu seferki fazla beklenmedik oldu. Chelsea’nin başarısı Wenger’in aklını çelmişti. 1996'da Arsenal’in başına gelen ve 21 yıllık İngiltere kariyerinde bir kez olsun üçlü savunma kullanmayan Wenger bu yapının çıkışına direnemedi. Boro maçıyla birlikte ortaya çıkan 3–4–3'ün sonucuysa yine çok netti. Ondan sonra ligde kalan 8 maçın 7'sini kazanan Arsenal, 3–4–3'le FA Cup yarı finalinde City’yi ve aynı kupanın finalinde de Chelsea’yi 2–1'le geçti.

Bu sezona da yine Charity Shield’de Chelsea galibiyetiyle başlayan Arsenal’in 11 maçta aldığı tek mağlubiyetin Tottenham’dan gelmesi de aslında bize bu konuda bir şeyler söylüyor. Zira o Tottenham da 2016/2017'de 3–4–3 enstrümanını özellikle sezonun ikinci yarısında birçok maçta kullandı. Chelsea’yi en aciz duruma düşüren takım, Arsenal’e de tek mağlubiyetini tattıran Spurs’dü. Dolayısıyla 3–4–3'ü yenmek için şu anda yapılacak tek bir şey var gibi görünüyor: 3–4–3 oynamak.

Sahada daha farklı görünen Schalke’yi dışarıda bıraktığınız denklemde üç büyük ligden dört farklı takım (Chelsea, Atalanta, Hoffenheim, Arsenal) 3–4–3'le hem başarılarını maksimize ettiler, hem de sürekli kazanan olmayı başardılar. Bu dört takımın 3–4–3 oynadıkları toplam 104 maçta elde ettikleri galibiyet sayısı 73 oldu ve bu süreçte rakip filelere 229 gol bıraktılar. 2014 Dünya Kupası’nın o eşsiz istatistiği (3'lü vs. 4'lü: 11 galibiyet, 6 beraberlik) bu dizilişle birlikte kendisine farklı bir alan açtı ve bunun devamının 2017/2018'de de gelip gelmeyeceğini takip etmek oldukça keyifli olacak.

Eski (sol) ve yeni (sağ) 3–4–3

1980'li yılların ortasında 3–5–2 ilk olarak ortaya çıktığında Johan Cruyff bu yeni sisteme şiddetle karşı çıkmıştı. Yapının kenarlarında yer alan wing-back’lerin hücumcu kenar oyuncularının yerini alması Hollandalı teknik adamı sinirlendirmiş ve futbolun 3–5–2'yle öleceğini söylemesine neden olmuştu. Gerçekten öyle de oldu. Yaklaşık 10 yıl boyunca Avrupa’da ve dünyada hüküm süren 3–5–2'de 90'lı yılların ortasında wing-back’ler tam anlamıyla savunma oyuncusuna dönüşmüş ve takımlar Cruyff’un kafasındaki güzel futboldan uzaklaşmıştı. Yapının en netameli pozisyonu üzerine deneyimli futbol adamının öngörüleri haklı çıkarken 4–4–2'nin üstünlüğü ve 2000'lerle birlikte yeniden dirilen 4–3–3'le moda olan açık oyuncuları tekrar bu durumu tersine çevirmişti.

Cruyff’un 3–5–2'ye karşı çıkışının içinde “üçlü savunma” olgusundan bahsetmek pek mümkün değildi zira Cruyff gerçek bir üçlü sevdalısıydı. Rinus Michels’in 70'lerin başında Ajax’a getirdiği üç Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın temelinde 4–3–3 ve Michels’in ondan türettiği 3–4–3 vardı. İki yapının da en ucunda sahte 9 gibi oynayan Johan Cruyff ise Michels’den gördüklerini kendi kafasında derleyip geliştirerek Barcelona kariyerinde yürürlüğe koyacaktı.

“Üçlü savunma oynattığım için beni çok eleştirdiler ama bu, bugüne kadar duyduğum en aptalca şeydi.”

Barcelona’ya 1992'de tarihinin ilk Avrupa şampiyonluğu getiren Cruyff’un Barça’sı sahaya 3–4–3 şeklinde diziliyordu. Ama Cruyff’un oyuna bakışında wing-back’lerin yeri olmadığı için orta saha baklava şeklinde dizilirken ana felsefede pozisyona bağlı olmayan oyuncularla birlikte akıcı hücum kaotik bir yapıdan besleniyordu. Oyuna Cruyff gibi pas ve akıcı hücum odaklı bakan teknik adamların 3–4–3 kullanımları 2000'li yıllara kadar genellikle “diamond” yani dört merkez orta saha barındıran baklavalı yapı üzerinden şekillenmişti. Michels’in çıkardığı, Cruyff’un ve Van Gaal’in devam ettirdiği, 2000'lerle birlikte de Marcelo Bielsa’nın öne çıkacağı üçlü kullanımlarında wing-back’ler bu teknik adamlar tarafından hep reddedildi.

Wing-back’lerin dönüşü

Ama bugünün trendi içinde 3–4–3'ün yeni bir düzen içinde saha yayıldığını görüyoruz. Walter Mazzarri’nin Napoli’de en büyük öncülerinden biri olduğu wing-back’li 3–4–3, yine İtalya’da Genoa üzerinden Gian Piero Gasperini’yle ve İngiltere’de Roberto Martinez’le filizlenmeye devam etmiş ve bugünlere gelmişti. Antonio Conte, Julian Nagelsmann ve yine Gasperini üçlü defansın yeni formuyla da etki yaratabileceğini kanıtlamaya devam ediyorlar. Daha da önemlisi son dönemin modası olan 3–4–3'te kenar oyuncuları Cruyff’un düşündüğü kadar edilgen değiller. Hatta şu anda bu yapının eşleştiği tüm sistemlere karşı bir ‘bug’ gibi görünüp sürekli kazanan olmayı başarmasında wing-back’lerin hücum anlamında oyuna kattıkları en büyük faktör olarak dikkat çekiyor.

Geçtiğimiz sezon üçlü savunma oynayan takımların çeşitli maçlardan ortalama pozisyonları. Kaynak: twitter @11tegen11

Yukarıda sıklıkla bahsedilen Atalanta, Chelsea, Hoffenheim ve Schalke’nin bazı maçlarından alınan ortalama pozisyonlar wing-back’lere bu hocaların nasıl baktığını açık açık ortaya koyuyor. Bu dört takımın kenar oyuncuları geçtiğimiz sezon çoğunlukla merkez orta sahaların önünde, kenardaki hücum oyuncularına çok yakın bir şekilde konumlandı. Yeşil saha üzerinde bir savunma oyuncusundan çok bir hücum elemanı gibi göründüler. Keza bunun uzantısı olarak takımlarının hücum yapılarını ve forvet arkasındaki/kenarındaki oyuncuları da etkilediler. Dörtlü savunmaya karşı elde ettikleri üstünlüğün de temel unsurları oldular.

Bölgelerde elde edilen sayısal üstünlük dizilişlerin ilkel dönemlerinden beri çok büyük anlamlar ifade ediyor. 3–5–2'nin Carlos Bilardo’yla birlikte ünlü olup Dünya Kupası tarihine önce Arjantin, sonra da Almanya’yla geçerek yeni bir hükümranlık kurmasında bölgesel üstünlük çok önemli bir rol oynuyordu. Dönemin 4–4–2'sine karşı Bilardo’nun yeni 3–5–2'si orta sahada bir fazla adam anlamına geliyor ve bu bölgenin önem kazandığı o dönemde çok büyük bir fark yaratıyordu.

Keza Johan Cruyff 3–4–3'ü tercih ederken formasyonun çeşitli bölgelerdeki sayısal üstünlüğüne dikkat çekiyordu: “Eğer çift forvet oynayan takımlara karşı dörtlü savunmayla mücadele ederseniz sahanın kalan bölümünün merkezinde 8'e 6 kalırsınız ve bu pek isteyeceğiniz bir şey değildir.”

Yeni 3–4–3, wing-back’lerin hücumda konumlanan yeni rolleriyle birlikte şu anda bu üstünlüğü kendi tarafına getiriyor. 4–3–3'te ya da 4–2–3–1'de oyun birincil yönden hücumdaki kenar oyuncusu üzerinden genişleyip bekler yaptıkları çıkışlarla bu genişliğe hizmet ederken kenar hücumlarını çeşitlendirirler. Fakat 3–4–3'ün yeni formunda bu takımlar oyunu genişletme görevini forvetin kanatlarına değil de wing-back’lere yüklemiş durumdalar. Dolayısıyla forvet arkası/kenarı oyuncuları (Chelsea örneği üzerinden gidersek Hazard ve Pedro) daha çok içte konumlanan ve yarı forvet, yarı kenar, çeyrek de orta saha oyuncusu formunda, çok amaçlı bir rol içerisindeler. 3–4–3'le birlikte bu oyuncuların 4–3–3 ya da 4–2–3–1'de olduğu gibi çizgiye yapışmalarına gerek yok zira zaten o görev wing-back’ler tarafından işlerlik kazanıyor. Son yıllarda önem kazanan half-space kullanımının önemiyle birlikte bu oyuncular daha içeride yani half-space’te konumlanarak rakip savunmaların kalbine daha rahat hücum etme ve tek santrfora savunma arkasına koşu atma yönünden yardımcı olma şansını vererek rakipleri daha rahat parçalama yolunu da açmış oluyorlar.

5>4

Chelsea geçtiğimiz sezon 3–4–3'le birlikte 13 maçlık galibiyet serisi elde ettiğinde wing-back’ler üzerinden oluşturulan sayısal üstünlük onların en büyük gücü gibi görünüyordu. Antonio Conte takımları top rakipteyken her zaman çok agresif, topla birlikte dönem dönem hep çok akıcı, iyi pas yapan ve hücum eden ekipler oldular. Ama Conte’nin Chelsea’deki sistemi ona rakip yarı sahaya yerleştikleri zaman önde konumlanan wing-back’lerle birlikte büyük bir üstünlük getirdi. Dörtlü savunma oynayan rakiplere karşı Diego Costa’nın arkasındaki Hazard ve Pedro’ya kenarlardan destek veren Alonso-Moses ikilisiyle 5>4 prensibi hücum anlamında çok daha domine edici ve rakip savunmaları yıpratıcı bir Chelsea ortaya çıkardı. John Motson, Chelsea’nin Everton’ı 5–0 geçtiği maçtan sonra “Bu Premier League tarihinin en iyi performansıydı” derken 3. bölgedeki bu avantaj mutlaka ki ünlü spikerin cümlesini destekleyici bir unsur olarak öne çıkıyordu.

Premier League’in ağırlıkla dörtlü savunma oynayan takımlarına karşı Chelsea sezon boyunca domine edici performanslarını sürdürdü. 3–4–3'ün zirve sistem gibi göründüğü bu dönemde teknik adamlardan cevaplar da elbette yavaş yavaş gelmeye başlayacaktı. Chelsea’nin 13 maçlık galibiyet serisini bitiren Tottenham yolu açan takım oldu. Devamında Jose Mourinho, biri lig, biri kupa olmak üzere iki maçta başka şeyler gösterdi. Chelsea zaten çok geniş ve üst düzey bir kadro değildi. Bu nedenle özellikle ligin son 3–4 ayında çok daha normal bir takım gibi göründüler ve zaafları da daha net bir şekilde ortaya çıktı.

İlk darbeler yine üçlü savunmadan

Mauricio Pochettino’nun 4 Ocak’ta oynanan Tottenham-Chelsea maçına çıkarken takımını Conte’nin 3–4–3'üne hem rol, hem de diziliş yönünden çok benzer şekilde dizdiği maçta büyük üstünlük kurması ve rakibini pasifize ederek yenmesi ilk ışığı yakan şey oldu. Spurs o maçta özellikle üçlü savunmanın sağındaki kısa boylu Azpilicueta’yla sağ açık Victor Moses’ın arasına gönderdiği yüksek toplardan büyük iş çıkardı. Conte buna cevap veremedi ve benzer yüksek ortalar üzerinden gelen 2 golle Tottenham çok da zorlanmadan maçı kazanarak ilk darbeyi vurdu. Sonrasında Nisan ayında Jose Mourinho da normalde pek kullanmadığı üçlü savunmayla Chelsea’nin karşısına dikilip 5'e 4'lük hücum-savunma üstünlüğünü nötrleyerek Conte’yi durdurdu ve 2–0'lık bir galibiyet de United’a yazıldı. Keza FA Cup finalinde Arsenal’in 3–4–3'e döndükten sonra yaptığı serinin sonunda Chelsea’yi yine iyi bir futbolla geçmesi ve yazının başında yine belirttiğim gibi geçtiğimiz hafta sonu aynı yapıyla Charity Shield’de de kupaya uzanması 3–4–3'e karşı nasıl oynanması gerektiğini en azından kısa vadede teknik direktörlere gösteriyor gibi. Chelsea, geçtiğimiz sezon bu yapıyla oynadığı maçlar içinde rakiplerine beş kez mağlup oldu. Bu beş maçın dördünde rakipler üçlü savunma oynuyor ve Chelsea’nin hücum beşlisine karşı geride 5 oyuncuyla bire bir eşleşme şansını elde ediyordu.

Fakat Jose Mourinho bundan fazlasını da yaptı. 13 Mart’ta oynanan FA Cup çeyrek final maçında Chelsea’ye karşı klasik 4–4–2'yle sahaya çıkan Manchester United, maç başladıktan sonra sahada çok enteresan şeyler gösteriyordu. Maça savunmada soldan sağa Darmian-Rojo-Smalling-Jones dörtlüsüyle başlayan ve kanatlarda da Young-Valencia ikilisini kullanan Jose Mourinho maç içinde özellikle kenar oyuncularının farklı rolleriyle sahada eşine benzerine pek rastlanmayan bambaşka bir diziliş ortaya çıkarıyordu: 6–3–1.

Jose Mourinho bu maça dörtlü savunmayla başlarken aslında kafasındaki biraz daha farklı gibiydi. Maçın ilk 15 dakikasından ortaya çıkan dört kesit Portekizli teknik adamın Chelsea’nin ya da 3–4–3'ün üstünlüğünün ve buna karşı bir şeyler yapılması gerektiğinin farkında olduğunu ortaya koyuyordu. Chelsea’nin öndeki hücum üçlüsüne karşı dörtlü savunmasını dört stoper gibi konumlandırarak sayısal üstünlüğü savunma anlamında ele geçirmeye çalışan Mourinho, normalde 4–4–2'nin açıkları gibi görünen Young-Valencia ikilisini de bek gibi kullandı. Dolayısıyla ortaya hücum ikilisinde bulunan Mkhitaryan’ın da biraz geride konumlandığı 6–3–1 gibi bir diziliş çıktı.

Maçın ikinci dakikası içinde Chelsea’nin hücum üçlüsüne karşı dörtlü savunmasını (sarı yuvarlaklar) daraltan Mourinho’nun Young ve Valencia’yı (kırmızı yuvarlaklar) Moses-Alonso ikilisine karşı nasıl kontrolcü gibi kullanacağını gösteren 1 numaralı sekans, bir dakika sonra 2 numarada yerini çok daha radikal bir görünüme bırakıyordu. Chelsea’nin birbirine çok yakınlaşan hücum üçlüsüne karşı daralan savunma dörtlüsü (dört stoper) yaklaşık 15 metrelik bir çizgi üzerinde konumlanırken Young ve Valencia çizgi koruyuculuğuna yani bekliğe devam ediyordu.

9. dakikadaki üç numaralı sekansta da değişen fazla bir şey yokken dakikalar 15'i gösterdiğinde Valencia-Young ikilisinin bekliği çok daha net bir şekilde öne çıkıyordu. Bu 90 dakikanın maç sonu istatistiklerine baktığınız zaman gördüğünüz şey ezici bir Chelsea galibiyeti olabilir. Zira maç ikinci yarının başında Kante’nin attığı golle 1–0 bitti ve Chelsea rakip kaleye 20 şut çekerken kendi kalesinde sadece 4 şut gördüğü ve topla %70'le oynadığı maçı kazanırken çok zorlanmadı. Ama maçın 35. dakikasında kırmızı kart gören Ander Herrera bu farklı istatistiklerin oluşmasında ana nedendi ve ilk yarım saatte United, Chelsea’yi takım olarak savunma halindeyken gerçekten çok zorladı.

Dolayısıyla karşımızda gerçekten özel bir yapı var ve bölge bazlı nicelik üstünlük 3–4–3'ün en büyük güçlerinden biri olarak görünüyor. Gerideki üç stoper zaten yapının en büyük ayrıcalığı ve dörtlü savunma sistemlerine karşı var olan bu fazlalık 3–4–3'ün çok daha geniş alanda ve daha iyi savunma yapmasını sağlıyor. 3–5–2 ve kombinasyonlarının en zayıf yönü olarak değerlendirilen kanatların tek oyuncuya bırakılmasının getireceği dezavantajlar da 3–4–3'te 3–5–2'ye göre biraz daha nötrleniyor. Zira sol ve sağ stoperler wing-back’lerle oluşturdukları birliktelikle aslında bu bölgeyi çiftlerken santrforların arkasındaki hücumcu kenar oyuncularının varlığı da savunmaya yaptıkları katkıyla beraber bu bölgedeki üçüncü oyuncu grubu olma özelliklerini beraberinde getiriyor.

3–4–3'ün zayıf (eksik) kaldığı en önemli bölge muhtemelen merkez orta saha. Fakat half-space’te konumlanan hücum oyuncuları da bu yönden dikkat çekiyor. Onların iki merkez orta sahaya eklemlenmeleri, bu bölgede güçlü dizilişlere karşı (Diamond 4–4–2, 4–3–3, 3–5–2) 3–4–3'ü çok korumasız bırakmıyor. Dolayısıyla elimizde savunmada daha kuvvetli, çizgide kesinlikle güçlü, orta sahada nicelik olarak rakiplerine pek de ezilmeyen bir yapı çıkıyor. 3–5–2'ye ya da 4–4–2'ye göre tek dezavantaj 2000'li yılların başında hükümranlığını ilan eden tek forvetli yapının devam ediyor oluşu. Rakip ceza sahasında kalabalık olmanın yavaş yavaş tekrar önem kazanmaya başladığı günün futbolunda bunun takımları ekstra bir avantajdan mahrum bıraktığını söyleyebilirsiniz. Ama üç hücumcu barındıran bu yapı farklı avantajları da beraberinde getiriyor olabilir.

4–3–3'ün bekleriyle eşleşme yaratan 3–4–3'ün kenar oyuncuları rakip sistemin önemli bir avantajını nötrlüyor.

1980'li yılların ortasında bir anda dünya futbolunun merkezine oturan 3–5–2'nin hızlı çıkışı ve inişinde wing-back’ler gerçekten çok etkili oldu. Bu oyuncular belki Cruyff’un dediği gibi futbolu öldürmedi ama yapıya karşı antitez geliştiren teknik direktörlerle beraber formasyon savunmacı bir kimliğe büründü ve daha iyi hücum etmek için çıkan bu kenar oyuncuları zamanla defansif rollerle donatılarak yeniden birer bekmiş gibi davranmaya başladılar. Bunun yanında tek başlarına gerçekten 4–4–2 oynayan rakiplerin bek-kanat kombinasyonlarına direnememeye başladılar. Sol ve sağ stoperler gerekliği desteği bu wing-back’lere sağlayamıyorlar, dönemin daha düşük atletizmiyle birlikte stoper hattının daha kolay yarılmalarına sebep oluyorlardı. Arsene Wenger’in beklere tekrar hücumcu bir nitelik kazandırdığı Arsenal’i takip eden takımlarla birlikte dörtlü savunmaların kenarlarının hücumda daha aktif rol almaya başlaması 4–4–2'yi 3–5–2'ye karşı kenarda 2>1 denklemiyle çabuk mat etti ve 10–15 yıllık bir liderlik yerini tekrar 4–4–2'ye ve devamında 4–3–3/4–2–3–1'e bıraktı.

3–4–3, bu anlamda 3–5–2'nin zayıflığını fazlasıyla iyi saklıyor. Zira hücumun kenarlarında bulunan oyuncular rakip beklerle oluşturdukları bire bir eşleşmeyle bu oyuncuların hücuma serbest bir şekilde çıkmalarını engelliyorlar. Gerek yaptıkları baskı, gerek orada salt bir şekilde bulunmalarının oluşturduğu tehdit, 3–5–2'ye karşı oynayan 4–4–2'lerin (ya da 4–2–3–1'lerin) beklerinin rahat bir şekilde 3–4–3'e karşı hücum etmelerini engelliyor.

“Figuorea, Caldwell ve Alcaraz (üç stoper) geride o kadar sağlamlar ki bu bize diğer tüm oyuncularla saldırabilme şansını veriyor. En büyük fark,, elde ettiğimiz genişlik. 4–3–3'le atak oynadığınız zaman arkada iki kişi kalıyor ama 3–4–3'te bu sayı üç. Geride kuvvetsiz kalmadan rakibin üzerine çullanmanın tek yolu bu.

2013'te Wigan’a FA Cup’ı kazandıran ve oynattığı müthiş futbolla öne çıkan Roberto Martinez 3–4–3'ü tanımlarken bu cümleleri kullanıyordu. Kağıt üzerinde 4–3–3'e göre tek farkı savunma önündeki oyuncunun savunmanın arkasına çekilmesi olan 3–4–3, kullanan teknik adamın bakışına göre sahada farklı yönleriyle öne çıkabiliyor. Rahatlıkla savunma merkezli bir sistem inşa etmek için kullanılabilecekken Martinez’in bahsettiği detaylar aslında yapıyı daha hücumcu hale getirebiliyor. Dörtlü savunmayla oynayan bir takımda iki beki de oyuna sokup topyekün rakibin üstüne gitmek üç hücumculu hakim yapılara karşı (4–3–3, 4–2–3–1 ve hatta 3–4–3) büyük bir risk teşkil ederken 3–4–3'le birlikte hücuma 7 kişinin katılabildiği bir yapı kurmak o kadar zor değil. Johan Cruyff’un dört merkez barındıran 3–4–3'ü için de bu prensip fazlasıyla ön plandayken oyun aklını geliştirirken Hollandalı’dan çok şey aldığını her fırsatta itiraf eden Roberto Martinez bundan 4 yıl önce çok daha başka bir şey de söylüyordu: “Size sadece 12 ay veriyorum. Bana inanın bundan bir yıl sonra 3–4–3 oynayan çok fazla takım göreceksiniz.”

Roberto Martinez bu cümleyi kurduğunda muhtemelen çok ciddiye alınmadı. Tarihler 2014'ü gösterdiğinde de pek haklı çıkmış gibi görünmüyordu. Hatta bu cümleyi geçen sene sarf etse bile kendisiyle rahatlıkla dalga geçilebilirdi. Bir yıl ya da dört yıl. Süre o kadar da önemli değil. Roberto Martinez 3–4–3 oynayarak bundan çok daha zor bir dönemde büyük başarılar elde etti ve ortaya keyifli futbol oynayarak saygı uyandıran bir takım çıkardı. Yapının avantajlarını belki de Mazzarri ve Gasperini’yle birlikte herkesten daha önce tespit etti. Söylediği de geçtiğimiz sezonun çok başarılı 3–4–3 takımlarıyla çok da geç kalmadan çıkmış oldu.

Sonuç

Üçlü savunma hala dünyanın genelinde hakimiyet kurabilmiş değil. Belki de bunu hiç başaramayacak. Ama beş büyük ligde üçlü savunma takımları %25'lik bir oran elde etmeyi başardılar ve bu 1/4'lük bölüm içinde yer alan 3–4–3 takımları çok daha başarılı grafikleriyle fazlasıyla öne çıktılar. Sistemler hiyerarşisinin hala tepesinde bulunan 4–2–3–1 ve 4–3–3 artık çok daha ciddi bir şekilde tehdit ediliyorlar. Real Madrid’e Süper Kupa finalinde kaybettikten sonra “Artık çok fazla takım üçlü savunma oynuyor. Biz de bu nedenle bu dizilişi artık daha çok kullanmak zorunda kalacağız” diyen Mourinho da aslında bu bug’a karşı başka türlü koymanın pek mümkün olmadığının kanıtlarından birini futbol dünyasına bıraktı. Kaliteli wing-back üretme sorunu devam ediyor ve bu pozisyonda oyuncu yetişmesi için üçlü defansın 4–5 seneye daha ihtiyacı var. Ne var ki Victor Moses, Alessandro Schöpf, Ox Chamberlain gibi hücumdan bozma kanat oyuncuları gösterdikleri gelişimle bu yokluğa çare olmayı başarıyorlar. 3–4–3 oynamak demek şu anda her maça yarım-sıfır önde başlamak demek ve Chelsea’nin 16/17 sezonu başı itibarıyla pek de beklenmeyen EPL şampiyonluğu bu yeni formasyonun cilasını biraz daha parlattı. Arsenal de yeni geçtiği bu yapıyla birlikte 13 yıllık sürece başka bir sürpriz şampiyonlukla son verirse 3–4–3'ün hükümranlığı çok daha erken bir şekilde kendisini gösterebilir.

--

--